top of page

(6. Gün) Biarritz: Moules-Frites, Medeniyet ve Meg Ryan

San Sebastian'da en çok ilgilimi çeken şeylerden biri çok az pastane oluşu... Üç tane pastaneye rastladık, onlar da gerçekten bizim, vitrine açma, kuru pasta koyan pastanelerimize benziyordu. Fransa'ya bu kadar yakın olup bu kadar az pastane ve çiçekçi olması biraz hayalkırıklığı yarattı bende. Yani makaron, ekler filan beklemiyorum da Mustafa'ya "Lütfen, lütfen, lütfen şundan yiyelim mi?" diye yalvarmak en sevdiğim hobilerim arasındadır. Bu kadar az tatlıcıya karşın her köşe başında (ama gerçekten her köşe başında) bir dondurmacı vardı. Hepsinden yedim, yerken İtalya'yı özledim, ama yine yedim.

Pazartesi arabayı vereceğimiz için boş olan tek günümüzde gitmek için iki seçeneğimiz vardı: Bilbao ya da Biarritz. Bilbao'ya bayıldığımı söyleyemem ama geçen sefer gittiğimizde pazartesi olduğundan Guggenheim Muzesi kapalıydı, gezememiştim. Keza bu sefer de gezemeyecektim.

Hava o kadar güzeldi ki Biarritz'e gitmeliydik. Her zamanki "otoyollardan kaçın" seçeneğiyle, kıvrıla kıvrıla, muhteşem köylerin ve dağların arasından geçerek geldik. Ama biraz fazla kıvrıla kıvrıla ve uzun uzun gittiğimizden olsa gerek dönüşte otoyolu kullanacaktık. Arada 1.5 saat ve 7€ fark var, siz hangisini seçmek isterseniz :)

Bir haftadır sokaklara park edip parkmetrelerle cebelleştikten sonra, her yerde yeraltı otoparkı olan bu şehir bizi çok rahatlattı... demek isterdim, ama tabii ki hayır! Bu sefer hangi otoparka park edeceğimiz konusunda gerildik, şehre garip bir yerinden girdiğimiz için nerede olduğumuzu anlarken gerildik, Özgür zaten hiç yardımcı olmuyor bize, iyice kafayı yedi :) Mustafa ile aramızdaki en favori dialog şu olmaya başladı: "Neredeyiz?" "Immmmmmm, neyse sen bir düz git de!" Neyse ki Özgür bize bu sefer kazık atmıyormuş, şehir merkezindeki otoparka götürmeye çalışıyormuş da öpüştük, barıştık.

Fransa'nın şehirlerinden pek hoşlandığımı söyleyemem, ama kasaba ve köyleri aklımı başımdan alıyor. Gerçi burası tam bir turist kasabasıydı. Ben Fransa'nın herhangi bir yerinde bu kadar düzgün ingilizce konuşan Fransız dükkan sahibi görmedim. Durumdan mutlu olmadıkları aşikar, ama başka çareleri olmadığı da belli.

Medeni bir ülkede olmak insanın biraz kanına dokunuyor. En ufak şey bile gözünüzde büyüyor; ufak ufak şeyler üst üste gelince aradaki farkın dağlar kadar olduğunu anlıyor insan. Bu, "çok beğeniyorsan git orada yaşa"cılara sinir oluyorum. Beğeniyorum arkadaş, benim yaşadığım yerde de böyle olsun istiyorum. İnsanlar kıymet bilsin, dikkat etsin, mutlu olsun istiyorum. Bizim elimizdeki bu diyerek "Buna da şükür!" mü diyelim ki? Değiştirmek için hiç mi bir şey yapmayalım. Bu fotoğraftaki poşet kutusu, köpekler için. Evden çıkarken poşetinizi yanınıza almanıza gerek yok, zaten her yerde bulabileceğiniz bu kutulardan var. Böyle bir farktan bahsediyorum işte. Herkesin huzurunu düşünen farklardan...

Fransa'da olduğumuzun en bariz kanıtı her köşe başında bir pastane olması, sizi cama yapıştıracak vitrinli pastanelerden bahsediyorum. Bir köşede ben yine cama yapışmışken arkamızı dönüyoruz ve bir kitapçı çıkıyor karşımıza... Mustafa, "Girmek istiyor musun?" derken ben kendimi yola atmış gidiyorum bile.

Ben de Meg Ryan filmleriyle büyüyen bir jenerasyondan geliyorum. Ağzım kulaklarımda seyrettiğim aşk filmlerini hiç sorgulamadan, büyülenerek izlediğimi hatırlıyorum. Belki bir sene önce "You've Got Mail" filmini izledim tekrar. Hani şu kadının minik bir kitapçısı olup zincir bir kitapçının sahibine internet üzerinden aşık olduğu film. Kanım dondu. Hayatımda izlediğim en yanlış mesajlarla dolu film olabilir. Ergenliğimde izlediğim aşk hikayesinin yerine para kaygısından çok, insan ilişkisine önem veren bir kitapçının ne yaparsa yapsın büyük balık tarafından yutulduğu. Ama iyi ki zengin adam ona aşık olduğu için o korkunç zincir kitapçısının bir köşesinde kadının çocuk kitapları okumasına izin verdiği bir film izledim. Kadın-erkek eşitliğinden insan ilişkisine, analog-dijital farkından kapitalizme her şeyi yanlış bir film.

Kendi çapımda bu düzeni böyle protesto ediyorum işte ben de... Kitap kokan kitapçılara girerek, bir şeyler alarak, varolmalarını sağlamaya çalışarak. İster üst üste yığılmış eski kitap dolu olsun, ister derli toplu alfabetik dizilmiş raflar olsun, her zaman heyecan duyuyorum raflara bakarken. Ama burası gerçekten çok heyecanlandırdı beni. Kitaplardan çok aval aval etrafa bakmış olabilirim. İşte o yüzden buraların büyük zincirler tarafından yenmesine izin veremeyiz; bu küçük dokunuşlar, bu müthiş zevkler yüzünden...

Bazen bir yerde, bir şey görürsünüz. O an pahalı gelir, nasıl taşıyacaksınız bilemezsiniz ya da yalnızca ertelersiniz ve sonra çok pişman olursunuz ya... İşte öyle bir kitap almadım bu kitapçıdan. Bask Bölgesi'ni resmetmiş empresyonist ressamların resimlerinin olduğu bir kitabı almamazlık ettim... Çok pişmanım, af diliyorum...

Sahilin diğer tarafında restoranların olduğu kısma geçip yemek yiyecek bir yer aramaya başladık. En zoru hiç bilmediğiniz bir yerde hedef tutturmak. Neyse ki Lunch: Moules-Frites yazısı ile La cantine d'Eugenie diğerlerinin önüne geçti... Bizi gerçekten çok mutlu eden ve bitmek bilmeyen midyemiz, sonrasında da mousse au chocolat'yla Fransa'da olmamızın hakkını verdik.

Bazen keşke biz de normal insanlar gibi olsak diyorum. Mağaza gezip alışveriş yapsak mesela, ayakkabıcı, çantacı, kadın giyim, erkek giyim... Hepsi olur... Çünkü biz (biz burada ben), alışverişi süpermarketten yapıyoruz. Ben, takıntılı başak burcu, kullandığım deodorant yalnızca Fransa'da satıldığı için, küçük heyecanlarımı ve tatminlerimi böyle alışverişlerde buluyorum. Yanına da Fleur de Sel, bir de 6 çeşit kahve... Eminim Mustafa'da isterdi çanta almaya giden bir karısı olsun, ama olmayınca olmuyor işte :)

Mustafa da kurtlarını şarapçıya girerek döküyor; kav için bir kaç parça alıyor. Bön bön bakıyorum... Biz birlikte olmaya başladığımızda ben şarap, o bira içerdi. Ben hala şarap içiyorum; oysa rekoltelerden, kupajlardan bahsediyor elin Fransızı ile... Gerçekten çok hızlı büyüyorlar... Ben hala bön bön bakıyorum!

takıp edın 

  • Instagram Clean
  • w-facebook

baska ne var 

bottom of page