top of page

(11-12-13. Günler) San Sebastian: Pintxos Bar'ları Peşinde

Blog yazanlar varsa, ne kadar zor bir iş olduğunu bilir diye düşünüyorum. Buna zaman ve kafa ayırmak, üstelik yazdığınız konuyu hatırlamakta zorlanmaya başladıysanız tam bir kabus olabilir. Yazmadıkça yazmazsınız blogunuz internetin sayfalarına gömülüp gider...

Bu 4 günü ayrı ayrı yazmaya çalışırsam asla gereken enerjiyi bulamayacağıma karar verdiğim için tek bir nefeste yazmaya çalışacağım, çünkü aslında bir bütün halindeler...

Barcelona'ya geçmeden önce, artık yapmamız gereken pinxtos turunu yapmamız gerektiğini düşündük. Ben onlarca internet sitesinden bir liste yaptım, sonra tekrar edenlerin yanına yıldız koydum ve toplamda 9 yer çıktı. Bunların ikisine gitmedik, bunların biri La Vina ki daha önce de okuduğum, bizden sonra Gastronomika'ya gidenlerin de söylediği muhteşem cheesecake yaptıkları! İnanılmaz, inanılmaz olduğuydu. Ama onlarca kez önünden geçmemize rağmen bir kere bile içimden gelmedi yemek. Jamonlar, mantarlar, brieler dururken tatlı bir şeyin midemdeki yeri kaplaması fikrinden pek hoşlanmadığımı söylemeliyim. Ben de böyle bir insanım ne yapalım: tatlı yemeyi sevmeyen bir tatlıcı...

Diğeri ise La Cuchara de San Telmo bulamadık burayı, nasıl bulamadığımızı bilmiyorum ama gerçekten hala hiç bir fikrim yok nerede olduğuna dair. Yani adresi bulduk ama her zaman kapalıydı kepengi...

İlk gün o kadar korkunç bir yağmur vardı ve her taraf o kadar kalabalıktı ki anlatamam. Yani bunun güzel ve can çektiren bir hikaye olması gerektiğini biliyorum, ama artık 20'lerimizde değiliz ve elimizi kolumuzu kıpırdatamadan ayakta yemek yemek bize açıkçası hiç keyifli gelmiyor. Ufacık barlarda, bir metrobüs edasıyla başkalarının kafalarının üzerinden tabağınıza yemek doldurmak, bilmediğiniz bir dilde barmenin ilgisini çekip şarap siparişi vermek ve bunları 30cm2 de yemeye çalışmak kesinlikle deneyimlenmesi gereken bir şey, ama bunun yemek yemekle hiç bir alakası yok. 30'yaşından büyük her insanın yalnızca 1 kere yapıp, Beyoğlu'nda ya d Kadıköy'de geçirdiği gençliğini yadedip bu sevdadan vazgeçmesini öneriririm. İkinci bir alternatif var elbette: pek çok pintxosçu 19.30'da açılıyor akşam servisi için, dolayısıyla 19.00 gibi dolanmaya başlarsanız oturacak ya da en iyi ihtimalle duracak yer bile bulmanız olası.

Zaten olay şöyle yürüyor: masadan ya da tezgahtan kalkacağınız zaman gözünüze kestirdiğiniz birine gidip "Buraya geçmek ister misiniz? Biz kalkacağız." diyorsunuz. Bu kargaşanın ortasında az da olsa bir düzen kurulmuş oluyor. Gerçekten bunu küçümsemek için söylemiyorum ama ne zaman, nereye gidersek gidelim, sıraya girmeyen; başkalarını dirsekleyerek yer açan; anlaşılmadığını düşünerek başkalarının arkasından laf eden herkesin Türkçe konuştuğu gibi bir gerçek var. Yanlış anlaşılma olmasın ama, ben kıro bir Türk tiplemesinden bahsetmiyorum. Bunu yapanlar, ellerinde son model çantaları, full makyaj ve yayık ayranı kıvamında konuşmalarıyla görgüsüz genç kızlarımızdı.

Tüm bu barlar zaten 4 sokağa dağılmış durumda, yani ne yaparsanız yapın es geçme şansınız yok. Ancak bazılarının diğerlerinden çok daha iyi olduğu bir gerçek. Bu değerlendirmeler elbette tamamen bizim damak tadımıza göre, sonra gidip yiyip de beni suçlamayın :)

Ayrı ayrı yazmayacağım normalde pintxos fiyatları 2€-2.5€ arasında değişirken bu üst segment pintxos barlarda 2.6€-3€ arası değişiyor. Tabi özel bir tabak söylemediyseniz...

Bar Txepetxa'yı daha önce yazmıştım zaten. Benim için fazla ekşiydi her şey, ama bir ekşisever olan Mustafa gayet hoşlandı yediği şeylerden.

A Fuego Negro: Burada yemek yemedik, hem pintxos bar gibi değil, yani sipariş vermek gerekiyor. Açıkçası bizi çok cezbetmedi ve yemedik, ama birer kadeh rioja içtik. Diğer mekanlara göre daha sakindi, daha doğrusu yaş olarak daha olgun bir kitle olduğu için hareket etmek daha kolaydı.

Gandarias: Buraya birden fazla kez gittik, üstelik dışarıda masa bulduğumuz için her seferinde kalabalıkları yararak ben savaşmak zorunda kaldım. Her şeyden yemiş olabiliriz buradaki ve çoğu da oldukça iyiydi. Ayrıca serviste çok insan çalışıyor, iyi ingilizce konuşuyorlar ve sıranın kimde olduğunu takip edebiliyorlar. Ayrıca bana bir kaç kere hoşluk yapıp para ödemeden kaçma riskine rağmen şarapları verip para ödemeden götürmeme izin verdiler. Yalnız Mustafa ilk seferinde bir cider içti ki sakın sakın cüret bile etmeyin :)) Elma sirkesinin içine maden suyu ekleseniz sizi daha mutlu edebilir.

Goiz Argi: Açıkçası burası hem en boş, hem de en sevimsiz yerdi yediklerimizin arasında. Seçtiğiniz şeyi pişirip veriyorlar size. Yediklerimiz güzeldi, ancak servis de mekan gibi biraz sevimsizdi açıkçası.

Borda Berri: Üst lig pintxos barlar arasında yer alsa da bizim bir kere gittiğimiz, kötü bulmadığımız ama kesinlikle daha iyi yerler olduğunu düşündüğümüz bir bar. Gidilmesi gerekiyor, ama tekrar tekrar dönecek bir şey bulmadık biz açıkçası.

Zeruko: Zeruko, tüm listelerin 1 numarasıydı. Herkesin bahsettiği iki mekandan biriydi. İlk gittiğimizde çok doluydu. İçki alıp dışarı çıktık. İkinci seferdeyse daha sakindi ve ben sanırım tezgahın yarısını yemişimdir. Ama oraya gerçekten bir yerliyle gitmek isterdim, çünkü bazı şeylerin hem ne olduğunu anlamadık, hem de bizim tarafımızda bulunan kızın ingilizcesi yetmedi açıklamaya.

Nestor: Dürüst olalım, Mustafa'nın beni sürüklediği en muhteşem yer olabilir burası. Bilmediğimiz yerlerde mekan seçmek konusunda çok iyi seçimler yaptığını söyleyemem, ama bu onun konusu değil. Zeruko'dayken karşıyı görüp "Aaaaa Nestor buradaymış!" dedi ve sistemin nasıl işlediğini öğrenmek üzere yolun karşısına geçti. Geldi "Yemek ister misin?" dedi ve ismimizi yazdırdık. Minicik bir yer olduğundan ve sınırlı pişirme-yeme alanı olduğundan isminiz gelmeden yer kaplayamıyorsunuz. Sıra size geldiğinde çağırılıyorsunuz, yemek yemek için yer açılıyor size. İki tane et geliyor seçin diye. Tartılıyor ve pişmeye gidiyor. O arada domates ve biber soruluyor, onlar geliyor. Sonrasında da et... Vallahi sizi bilmem ama bizim eğitimimiz, görgümüz, efendiliğimiz filan gitti içimizden minik birer primat çıktı. O kemiği hayvana verseniz bizden sonra yiyecek bir şey bulamazdı öyle söyleyeyim.

Ganbara: Yani eyvallah, hakikaten çok güzel yedik de... Bir mantar yedik, ama bir yedik, tabağına 19€ yazmasalar bir tane daha yerdik... Ganbara, gerçekten favorilerimden biri, tabi ki orası da sıkış tıkış ve turistlere pek de bayılmadıkları aşikar, ama o kadar güzel ki mutlaka denenmesi gerekenlerden biri. Eylül ayında giderseniz paraya kıyıp yiyin o mantarları...

takıp edın 

  • Instagram Clean
  • w-facebook

baska ne var 

bottom of page