top of page

(5. Gün) Getaria: Elkano

Bir önceki gün dağlarda olduğumuzdan olsa gerek, havanın ne denli soğuduğunu fark etmemişiz. 10-12 derece düştü birdenbire ve ben elbette bir kadın olarak evden çıkmadan 5 dakika önce valizdeki kalın kazağı çıkarıp yerine tiril tiril bir elbise koydum. Elbisenin görgüsü arttı, İspanya gördü ve geri geldi...

Gelmeden yine bir yalvar yakar durumuyla Elkano'dan rezervasyon koparmışım, ama ne yalvar yakar! Asla maillere cevap vermiyorlar, telefonu hangi saatte açtığını çok önemli, çünkü her zaman ingilizce bilen biri cevap vermeyebiliyor. Fahri Gediz'e ağlamaklı mesajlar attım instagramdan, ama o yöntemler de işe yaramadı. En son akşam yemeği saatinde denedim bir kez daha ve 9 Eylül Cuma akşam yemeğine yer buldum... Mucize gibi bir şey aslında... Bunu neden anlatıyorum, yazının ikinci kısmında açıklayacağım. Sabaha geri dönelim...

Hava soğuk demiş miydim? Neden tatillerde hiç hava durumunu tutturamıyoruz bilmiyorum. Bir kere de şöyle "Offf hava o kadar güzeldi ki, hafif bir meltem esiyordu, ürperdik ince hırka aldık." Yok bizde böyle hikayeler. Ya Alp Dağları'nda 36 derece görürüz ya sayfiye yerinde 11. Aşağı indik ama ben donuyorum ki kolayca donabilen bir insanım zaten. Kazak almam lazım, beni kış şartlarından koruyacak bir kazak almam lazım.

Burada sistem şöyle: Siesta zamanında tüm restoranlar açık ve geri kalan her yer kapalı, siesta bittiğinde tüm restoranlar (bir kaç tane çok da muhteşem olmayan hariç) kapalı, tüm dükkanlar açık. Yani günlük programınızı çok iyi ayarlamalısınız, vezir de olabilirsiniz; rezil de... Neyse ki saat 15.00'i biraz geçmişti biz de koşarak Bar Txepetxa'ya gittik. Böylece gidilmesi gereken pintxosçular listesindeki ilk durağımıza gitmiş olduk. Mustafa bir ekşisever olarak her şeyi çok beğendi, ama benim için fazla aynı baskın tattı. O zamana kadar gittiğimiz pintxosçular arasında en üst, ondan sonra gideceklerimiz arasında son sıradaydı...

Pintxosçuların hepsinde başka kurallar geçerli. Bazılarında size tabak veriyorlar elinizle istediğinizi alıyorsunuz; bazılarında siz gösteriyorsunuz, onlar tabağa koyuyor; -burası gibi- bazılarında menüden seçiyorsunuz, onlar hazırlayıp getiriyor; bazılarında anında ödüyorsunuz; bazılarında yemeyi ve içmeyi bitirdiğinizde size kaç tane yediğinizi soruyorlar. Tek bir kural yok yani, ama turistlere o kadar alışıklar ki sistemin ne olduğunu, siz daha içki söylerken, anlatıyorlar.

Kapanmaya yakın gittiğimiz için her şeyden istedik, yedik ve kapı dışına koyulduk... Bu arada dışarıda yağmur, fırtına, buz gibi hava... Benim kazak almam lazım, Mustafa'nın supermarkete gitmesi lazım... Normal şartlarda açık olması gereken dükkanlar kapalı, hatta tüm şehir kapalı... Ne oluyor, bitiyor hiç bir fikrimiz yok. Etrafta sadece turistler, herkes dükkanların açılmasını bekliyor, saat 5 oldu, 6 oldu... Yok bana mısın demiyorlar... Hala da o gün ne vardı bilmiyoruz, ama 2 saat dükkanların önünde salak salak oturduk. Sonunda vazgeçip akşam yemeğe gitmek için hazırlanmak üzere eve döndük.

Bir önceki gün gittiğimiz yolun üzerinde görmüştük zaten Elkano'yu, dolayısıyla nasıl ve ne kadar zamanda gideceğimizi bildiğimizden rahat rahat yola çıktık. O yol, gerçekten dünyanın en keyifli yollarından biri olabilir. Gerçi içimde İrlanda kırsallarında dolaşma isteğini tetiklemiş olsa da şimdilik İspanya'nın kuzey sularının kenarı da idare etti. Yolda çok acayip bir kasabadan geçiyoruz, kasaba acayip değil tabi, sonuçta bir önceki gün de geçtik oradan. Ama o gün ne kutluyorlarsa (ve yalnızca o kasabada) herkes, ama herkes, ama herkes; emekleyen bebeğinden, yaşlısına; tekerlekli sandalyelisinden, bisikletlisine geleneksel kostümlerini giymiş sokaklara çıkıyordu. Akın akın insan, yöresel kıyafetlerle ellerinde içkiler sokaklarda dolanıyordu. (Dönüş yolunda da hepsi kusuyordu o ayrı tabi :) )