(9. Gün) San Sebastian: Yağmur Kıyağı
Havanın soğumasından olsa gerek dışarı çıkmamaya çalıştık. Mustafa, Şibumi'sine gömüldü; ancak ben bir sebepten Saatler'i bitirmeyi bir türlü başaramadım. Daha önce çok etkilendiğimden olsa gerek bir türlü sonunu getirmek istemedim kitabın. Dolayısıyla ben yine evde zıplayan ve sıkılan kız çocuğu kendimi mahalleyi dolaşmaya vurdum. 3km çapında bir bakkal ve bir bar bulup evime geri döndüm.
Şimdi fark ediyorum ki o gün hiç fotoğraf çekmemişiz. Öğlen kendimize ev stili masa hazırladık. Yemek yapıp laptoptan film açtık. Mustafa zaten kronik yorgun, bense oturtmak için karşısına televizyon açmak gereken çocuk.
Akşamüzerine doğru beni artık tutamayacağını anlayan Mustafa, beni yemeğe götürmeye karar verdi. Biz pintxosçuları gezerken inanılmaz bir sağanak başladı. Gerçek bir muson yağmuru havasında başlayan yağmur asla kesilmeyince eve taksiyle gitmeye karar verdik. Taksi durağına vardık ama tabi ki tek akıllı biz olmadığımızdan, boş taksi durağındaki uzun kuyruğa eklendik. İyi ki ama iyi ki en azından şemsiyemiz vardı. Çünkü şemsiyesi olmayanlar çoğunluktaydı.
Durakta önümüzde 20 civarı genç, sırılsıklam olmuş, ısınmak için zıplarken ve herkes turistken ve hepimiz içkiliyken dünyadaki en güzel şeylerden biri oldu. Herkes birbiriyle konuşmaya başladı. Bir baktım Mustafa'nın şemsiyesinin altında iki Alman oğlan, nece olduğunu bilmediğimiz bir dilde futbol konuşmaya çalışıyor; ben Kaliforniyalı bir kadının şemsiyesinin altında "Ay! Nasıl Uber olmaz ki yani, kaçıncı yüzyıl bu!!!" diye kahkahalarla gülüyoruz. Otobüs durağının altındakiler ısınmak için birbirlerine yaklaşıp zıplıyor. En sevdiğim bu diye düşündüm, kim olduğun, nereden geldiğin, nece konuştuğun önemli değil. Egolarını, dertlerini, kasıntılarını bir yana bıraktığında sefil bir durumda bile olsan bunu paylaşabiliyor olman.