top of page

(1.Gün) Barcelona-San Sebatian: Bitmeyen Yol

Bir önceki yazıyı bitiremeden, yeni yazıya geçmek zorunda kaldım. Ama en kısa zamanda Kavala restoranlarının yazısını da ekleyeceğim.

Emeklilikten önceki en uzun yasal tatilimize başladık :) Mustafa ile ilk birlikte olmaya başladığımız zamanlarda gözümüzü karartıp bir road trip e girişmiştik. Barcelona'dan güney-batı Fransa ve kuzey-doğu İspanya'yı arabayla dolaşıp birbirimizin limitlerini sınamıştık :) O geziden aklımızda kalan ve ne olur buraya geri dönelim dediğimiz yerdi San Sebastian. Aklımızı başımızdan almış, kendimizi çok iyi hissetmemize sebep olmuştu. O yüzden, şimdi tam da sırasıyken iki haftalığına bir ev kiraladık burada.

Aslında San Sebatian'a gelmek için en akıllıca yol elbette THY ile Bilbao'ya uçmak, ama Pegasus'u iptal ettiği bir uçuş yüzünden elimizde kullanmamız gereken bir biletimiz vardı, biz de Barcelona'ya uçup oradan San Sebastian'a geçip geri Barcelona'ya gelip 3 gün de orada kalıp dönnmeye karar verdik.

İlk planımız Barcelona'dan 15.30'daki trene yetişip 21.15 gibi San Sebastian'da olmaktı, ama konu Pegasus, kız da başak burcu olunca hızla bu plandan vazgeçip arabayla gitmeye karar verdik. San Sebatian'dan zaten başka köylerdeki restoranlara gitmek için araba kiralayacağımız için bir kerede 1 haftalık kiralayıp ilk haftamızı yine road trip tadında geçirelim dedik.

Her araba kiraladığımızda şu dilemmayı yaşıyoruz: Bize diyorlar ki günlük x liraya upgrade edebiliriz arabayı; sonra toplam gün sayısıyla çarpıyoruz, upgrade parasına yiyebileceğimiz yemekleri düşünüyoruz ve vazgeçiyoruz. Bu vazgeçişler bu sefer bize 1.0 bir Skoda olarak geri döndü. Allahtan ilk yolculuk hariç çok uzun yollar yapmayacağız, yoksa Mustafa ve Skoda arasında ciddi bir sürtüşme çıkabileceğinden endişeliyim.

Toplamda 530km yolu o arabayla 6 saatte gelerek kendimizle gurur duyduk. Her zaman Özgür'ü (navigasyon cihazımız) yanımızda getiriyoruz. Bu sefer nasıl yaptığını hiç anlamadığımız bir şekilde bizi paralı yollara sokmasına rağmen "Ay şurada bir kahve içelim! Ay şurada iki lokma yiyelim!" derken tüm gişelerden önce yoldan çıkıp yan yollardan otoyola bağladı, sonuçta hiç para vermeden otobanı tamamladık.

İki şehir arasına Huesca üzerinden gitmeyi tercih ettik. Tam ortası Huesca. Geçen sefer o yolda arabayı ben kullanmıştım ve hiç sevmemiştim. O kadar çorak bir toprak ki kil renginden başka bir şey görmek mümkün değil. Sonra birden bir tepeden bir kilise, bir manastır çıkıyor karşınıza, içiniz ısınıyor. Sonra yine çorak topraklar... O kadar yüksek yerlerde olmamıza rağmen saat-derece ilişkisi pencere açtırmıyor.

Dedim ya Huesca yolun yarısı, muhteşem bir katedrali var. Siesta saati olduğundan biraz zorlansak da açık bir yer bulup açılışımızı yaptık hiç bilmediğimiz bir kasabanın, garip bir barında...

Yola çıktıktan sonra birdenbire sanki o topraklardan geçmemişiz gibi her taraf yeşil olmaya başladı, dağlara tırmanmaya başladık. Dağ yolları, virajlar, köyler derken Murillo de Gallego diye bir köyden geçtik. Her taraf hosteller, bungie jumping alanları, rafting dükkanlarıyla doluydu. 5 dakika daha gidince neden olduğu ortaya çıktı.

Elbette araba kullanmak da aynı derecede yorucu olmaya başladı, neyse ki 1.30 saatimiz kalmıştı, güneş batmaya başlamıştı ki kendimizi oranın yereli olduğunu düşündüğümüz bir arabanın arkasına atıp zifiri orman yolunda ışığını ve bilgisini kullanarak düzlüğe vardık.

Evin yerinin navigasyon sistemlerinde görünmediğini söylemişti ev sahibemiz zaten. Haritadan yaklaşık bir yer seçtik ve (elbette ben en az 10 kez street view'de evin yerini stalklamış olduğumdan) çat diye kendimizi evin önünde bulduk. Biraz ileri park ettik. Valizlerimizi alıp Pablo'ya buluştuk ve eve yerleştik.

Yerleştik ama nasıl bir açlık... Geçen sefer de pazartesi geldiğimiz için pek çok barın pazartesi açmadığını biliyoruz... Hem etrafı keşfetmek için hem de bir şeyler yiyelim diye aşağı inelim dedik. Saat 23.30 ama tek güvencemiz İspanyolların yemek saatinin geç olması, o da olmazsa mutlaka sapıtan turistler için açık bir yer buluruz dedik.

Evi özellikle biraz tepede seçtik ki huzur içinde oturup o kargaşadan uzak bir kadeh bir şey içelim, kitap okuyalım. Böylece gerçek anlamda çıt çıkmayan bir yoldan 20 dakika civarı yürüyerek insan seslerine doğru giderek açık barları bulduk. 30 dakika kadar ay bu mu yoksa bu mu, bu sokakta ne varmış, ay merdivende oturan gençlerin oradan geçelim, şurada bir meydancık mı var derken artık bir şeyler yememiz gerektiğinin farkına varıp ilk pintxolarımıza kavuştuk... Gittiğimiz yer Baztan Pintxos & Bar , açıkçası muhteşem diyemem ama kötü de asla değildi, sadece soğuk pintxos yedik; aralarında gerçekten güzeller de vardı. Txakoli'i şişe olarak veriyor, bitiremezseniz gelip plastik bardak alıp cam bardakları bırakın. Txakoli şişesini yukarıya kaldırıp köpürterek bardağa dökmek gerekiyor. Bunu yapmaya çalışan Mustafa'yı gören garson gidip bize özel bir başlık getirdi :) O saatte jamon servisi yapmadıkları için Mustafa jamon yiyemedi, ama en azından altında oturdu. :))

Tabii ki bir şişe txakoli bize asla yetmedi. Gittik önceden gördüğümüz meydanda kapanana kadar, sanki 16 saattir yolda değilmişçesine cava ve txakoli içtik. Gözümüz yukarı yürümeyi asla yemediği için taksiye bindik. 6€'dan açılan taksi eve geldiğimizde 6.60€'du. En azından kısa mesafe için adamı sıradan çıkartmadığımıza mumunn olup 60 sentlik yolu 20 liraya gelmiş olduk :)

P.S.: Yazdığım bilgisayarın klavyesi her zaman harfleri basmıyor, ben de sürekli kontrol etmiyorum. O yüzden hatalar için bu ve önümüzdeki yazılar adına özür dilerim...

takıp edın 

  • Instagram Clean
  • w-facebook

baska ne var 

bottom of page