top of page

(4. Gün) Lacépède: Bir Silahşör Evi

Sabah, kahvaltı odasına geçtiğimizde gerçekten tek eksiğimiz çay saatinde masada oturan tavşandı. Bu kadar güzel bir evde, bu derece absürt objelerin bir araya gelmesi gerçekten ancak Lewis Carroll'ın hayal ürünü olabilir. Çingene pembesi plastik masamıza oturup, yalnızca eski abajurlarla aydınlatılan bir odada (güneşli bir sabah olmasına rağmen kepenkler yarı kapalı), porselen çay fincanlarından kahve içiyoruz. "Size" diyor ev sahibemiz "gerçek bir Fransız kahvaltısı hazırladım." Gerçek bir Fransız kahvaltısı demek, peynir ve şarküteri olmaması demek. Kruvasan, reçel ve tereyağı. Daha geçenlerde düşündüm, sürekli bir Fransızlara çemkirme var ya: o kadar hamur işi yiyorlar, deli gibi yağlı yemek yiyorlar, bu kadınlar nasıl bu kadar ince kalabiliyor diye... O abla, o kruvasanı yiyip yanında kahvesini içerken, sen sucuklu yumurta, peynir, reçel, bal kaymak, zeytin ve bunlara altlık olarak 1 bütün ekmek yiyorsan, suçu nasıl Fransızlara atabilirsin?

Aux Raisins Verts Kahvaltı

Gittiğimiz her evde mutlaka bir köpek vardı. Ne yazık ki buradakini çekmemişim. Boyu, benim boyutlarıma yakın muhteşem bir köpek. Kahvaltıda, "Özge'nin de kedileri var." cümlesi üzerine yan odayı açtı hemen sahibemiz ve elinde bir kediyle çıkıverdi. Böylesi kocaman bahçesi olan 10 odalı bu evde, yatak odasından çıkmayı reddeden bir kedi! Tanrım ben ne yapmış olabilirim ki bulduğu her delikten kaçmayı kendine hayat gayesi edinen kedilerim oldu!

Nasıl gideceğimize bakarken, Bergerac'ın yolumuzun üzerinde olduğunu fark ettik. Cyrano'nun memleketine uğramadan etmeyelim dedik. Gittiğimizde yavaş yavaş kapanmakta olan bir pazar vardı. Annem hasır çantaların yanından ayrılamayınca, adamlar bizi terk edip gitti. Kilisenin etrafına yerleşmiş olan pazar meyve sebzeden çok ekmek, peynir, şarküteri satıyordu. Kilisenin önünde buluştuğumuzda ellerinde ganimetleri, yanına almak için bir şeyler bakıyorlardı.

Bergerac Pazarı