top of page

(5. Gün) Venedik: Bakmayı bilenlerin şehri

İşte sabah buna uyandık... Burada yaşayan insan ölür mü ki hiç? Ölse bile gözü arkada kalır mı?

Ne büyük bir şans ki İstanbul'un en güzel semtlerinden birinde bir ahşap binada oturuyorum. Karşımda, yanımda, çaprazımda hep rengarenk ahşap evler, terasımdan konaklı tepeleri görüyorum. Oysa gerçek şu: alt katımdaki "lokal"?!?de sürekli tartışanlar, ana avrat küfreden kadınlar, çığlık çığlığa kavga eden komşular, yeni açılan bardan bitmek bilmeyen müzik sesleri ve sarhoş çığırmaları... Nasıl yaşayacağını bilmeyen bir milletiz; ne eğlenmeyi becerebiliyoruz ne kavga etmesini ne de susmasını...

İnsan kusuyor İstanbul, kendimize minik balkon bahçeleri yapıp gün fesleğen yetiştirebildik diye gurur duyuyoruz kendimizle... Köpek gibi çalışınca, köpek gibi davranabileceğimizi zannediyoruz; köpeklerden af dileyerek...

Dilimin sebebi kızgınlığım değil, kırgınlığımdır... Bir sabah taze kahve ve sıcak ekmek kokusuna uyanıp bir başkasına kan ve iktidar hırsına uyanmamdır.

Neyse konudan uzaklaştıkça uzaklaştım, ben yine fırına giren brownieler, evin kedisine atar yapan köpekler, uzun yollar, güzel yemekler, bazen de o kadar da güzel olmayan yemeklerime döneyim...

Huzurun tam karşılığı böyle bir şey:

Yine yola çıkma vakti... Bu sefer Venedik...

Açıkçası büyük bir Venedik hayranı değilimdir ya da belki değildim.

Hayatım tepetaklak olmadan önce, ben hala mesleğimi yaparken 2005'te (ne kadar korkunç üzerinden 10 yıl geçmiş olması) Venedik Bienali'nde Türk Pavyonu'nda çalıştım. Korkunç anılarımın yanı sıra muhteşem hatıralarım da var. Accademia Köprüsü'nün bitiminde bir ev kiralamıştık. İki teraslı, kocaman bir ev... Tam hatırlamıyorum ev sahipleri ölmüş müydü hayatta mıydı, ama oğlu kiralıyordu evi. Sahipleri iki profesör. Kadının kıyafetleri hala dolaplarda asılıydı, çekmecelerden Fenice Tiyatrosu'nun yandığı günün ertesinde çıkan tüm İtalyan gazeteleri vardı. Çok etkilemiştir o ev beni... Hemen ilerisinde, soldaki sokaktan girince yaşlı bir kadın ve kızının işlettiği bir restoran vardı, kızı ben diyeyim 55 siz diyin 65 yaşındaydı... Öyle her yemeği isteyemezdiniz, anne gelirdi masaya vurur o istediğin yemekle ancak şunları yiyebilirsin derdi, utanarak o ne isterse onu yerdiniz. Accademia'nın diğer tarafında bir pastane vardı. Milföyün içine çikolata ganajı sıkarlardı, bugün bile tadını alabilirim. Tanesi 0,90€'du, pahalı gelirdi iki tane alırdım her gün.

İşte Mustafa'ya bunları göstermek istedim... Benim gözümden nasıl bir yer Venedik bilsin istedim. Aklımın nede kaldığını belki ucundan da olsa anlatmak istedim...

İşte hayat tam olarak böyle bir şey... Gittiğimizde ne o restoran vardı ne de o pastane... Kötü kötü lezzetsiz turistik yerler açılmış yerine. Tam da bu yüzden insanın anılarını sürekli yenilemesi gerekiyor. Daha güzellerine yer açması gerekiyor. O yüzden bu Venedik, benim hiç bilmediğim ve baştan - şimdi Mustafa'yla beraber - keşfetmek zorunda olduğumuz bir Venedik...

Photo credit: Mustafa Otar

Arabayla Venedik'e gitmek neredeyse araba için ekstra bir otel parası vermek demek. Ama bizim şansımız yoktu. Aslında 3 gün öncesine kadar online alınca ufak bir indirim de yapıyor, ancak ben son 25 yılımda şunu öğrendim: İtalyanlara güvenip iş yapma! Paşa paşa arabamızı park ettik ve İtalya'da italyanca konuşan turistle konuşmayan turistin nasıl farklı muamele gördüğüne şahit olduk (sınırdan geçene kadar devam etti bu) Arabanın anahtarını içinde bırakmanız gerekiyor. Şimdi düşünüyorum İtalya'da bir italyan (görevli olduğuna dair hiç bir ibare yok) ortaya çıkıyor ve sana çoğunlukla italyanca arada ingilizce bir iki kelimeyle kural böyle diyor. Tırsmaz mı insan? Tırsar! Halbuki bize uzun uzun anlattı, bizimle ilgilendi; bir sorun yaşadık onu çözmeye çalıştı. Yahu o da turist ben de turist, adamın suçu ne?!?

Vaporetto durağına gittik aldık biletimizi kişi başı 20€'dan bir öğle, hatta bazen akşam yemeği paramızı bıraktık oraya... Vaporetto'da kontrol pek olmaz, ama yakalanırsanız inanın hiç hoş olmaz! Benim yakalanmışlığım var oradan biliyorum 100€ olsa vereceğim yeter ki o kavgaya bir daha girmeyeyim.

Benim kabuslarıma giren sıcak hava yerine böyle bir tatlı rüzgar, yakmayan güneş, bunaltmayan sıcak eşliğinde otelimize vardık. Daha hazır değil dedi kadın biz de "Aaaa olur mu canım ne önemi var siz işinize bakın." dedik italyanca. Sonra kendimizi upgrade edilmiş odada bulduk... Ve en muhteşemi yolculuğumuzun ilk klimasıyla karşılaştık.

Venedik için hazırladığım program toplamda 10 saatlik dolaşmayı kapsasa da aslında hakkıyla yapılsa 3 günde ancak biterdi. "Ay o da kapanmış, bu da kapanmış!"ların arasında gezmeyi başarmamız mucize sayılır.

Photo credit: Mustafa Otar

Photo credit: Mustafa Otar

Bu teknenin hikayesi uzun ve saçmadır, ama çok severim kendisini... Indiana Jones and the Last Crusade filminde de görebilirsiniz kendisini, yanı onlarca yıldır aynı yerde başı dik durur:

Aynı zamanda Campo Santa Margherita'ya yaklaştığınızın ibaresidir. Tam da o yol üzerinde (bir yoldaşın bana bilgi vermesi üzerine gittiğimiz) Cantinone Gia' Schiavi'yi bulduk. Hemen girip şarapla ekmek üzeri bir şeyler yedik ki aman açlıktan ölmeyelim diye.

Her sabah 05,30'da balık pazarı kurulurdu Santa Margherita'da (belki her sabah kurulmazdı da o kokuyla uyanınca insan her sabah gibi geliyor). Sonra kanaldan çekilen suyla temizlenip sanki hiç bir şey olmamış gibi hayat devam ederdi. Venedik'e gidenlerin bilmesi gereken yerlerden biridir, eğer bir kadeh şaraba 20€ vermek istemiyorsa tabi...

Kulağımda yankılanan bir "Balzamik, trüf, balzamik, trüf" lafından sonra Mustafa'yı kaybeder gibi oldum, ama vitrininde şişeler olan en yakın yakın dükkana girince problem çözüldü. Ama çok dirayetli davrandı, yalnızca bir akşam yemeği paramızı bırakıp kurtulduk. Fiyatları gördüğüm için biliyorum, rahat bir maaş da bırakabilirdik. Bu arada dükkana birileri girdi, çıktı. Adam dedi ki sen italyanca konuşuyorsun değil mi? Evet dedim. Adam başladı bunlara saydırmaya. Amcanım onlar da turist ben de turistim, senin dilini konuşabiliyor olmam beni daha iyi bir insan yapmaz. Ama nasıl nefretle dolmuşlarsa turistlere, saydırmaya devam etti...

Kaybola kaybola turistik turumuzu yaptık, görmemiz gerekenleri gördük. Sonra ben tutturdum Mazzorbo'ya gidelim diye... Mazzorbo dediğimiz yer, Burano'nun yanında bir ada. Orada da bir Michelin'li restoran var. Trüf yağına harcadığımız parayla orada yerdik o ayrı ama yanında bir de Osteria'sı var, gidip orada şarap içeceğim. İÇECEĞİM!!!

Tam da ilk yazıda anlattığım bu aslında. Bir ilişkide birbirini hoş tutmakla ilgili olan... Ne 40 dakika vapur mu? Önemli değil! Ne aç mıyız? Önemli değil! Ne restoranın adresini almamış mıyım? Önemli değil! Ne 30dk sonra kapanacak mı? Önemli değil! ÇÜNKÜ BEN ORADA ŞARAP İÇECEĞİM!

Kısacası Mustafa'nın bundan tam iki gün sonra yapacakları aslında hiç akıl karı değil :)

Bindik vapura, tam da bizim ada vapurları karmaşıklığında gittik. Ayak bastık, ama nereye gideceğimizle ilgili hiç bir fikrimiz yok, üstelik kapanmasına dakikalar var. Ben tam durup bu fotoğrafı çekerken aslında önünde durduğumu fark ettim.

Peki bu restoran neden bu kadar önemliydi? Venedik'i bilen bilir. Eğer Bienal Bahçeleri'nde değilseniz ağaç görmek hayaldır. Yeşillik yalnızca zenginlerin avluları içindir. Venedik'e bu kadar çok gelip bu kadar yakınında bir şarap bağı olması beni çok heyecanlandırmıştı, o yüzden bu kadar çok istedim. Ve haklıydım! Haksız olduğum konu ise saat 20.00'de kapandıklarıydı. Hayır 19,30'da kapatıyorlardı. Gerçekten ama gerçekten bize acıdığı (bence kesinlikle Mustafa'ya acıdı!) için birer kadeh şarap verdi bize.

Amacıma ulaşmıştım, artık kadın-erkek eşitliğinden yanaydım. Koşarak vapura yetiştik, iskele kaldırılırken atlamış bile olabiliriz. Mustafa'nın iskeleye giderken burada yiyelim mi dediği yere döndük.

Tam bir fırlama garson (ki o da sahibiydi bizce mekanın), kaos içindeki mutfak, muhteşem yemek, Mustafa'nın yediği hala gözümün önünde olan ton...

Ben ne yediğimi hatırlamıyorum/hatırlamıyordum, halbuki çok içmediğime de emindim. Ama sonra Mustafa'dan bu fotoğraf geldi. Bence neden hiç bir şey hatırlamadığım çok açıkmış: İşte bendeki huzurun karşılığı da tam böyle bir şey...

takıp edın 

  • Instagram Clean
  • w-facebook

baska ne var 

bottom of page